İstanbul’dan Ege’ye göçtük göçeli bizi en çok heyecanlandıran şeylerden biri “evden başlayan rotalar” oldu. “Evden başlayan” diyorum çünkü İstanbul’dayken, Halkalı’da yaşıyorduk ve “biraz doğaya kaçalım, hava alalım” dediğimizde önce şehirden çıkmak için epey enerji ve zaman harcamamız gerekiyordu. Gitmek istediğimiz yere varıncaya kadar yorgun düşüyorduk ve gezilerimiz epey zahmetli bir işe dönüşüyordu. Bazı zamanlar 1 gece kamp kuracağız diye yollarda sefil olup, evin yolunu zor buluyorduk.
Şimdi yakınımızdaki köyler, dağlar, dereler, koylar için yol; kapımızın önünden başlıyor. İşte bu en en en çok özlemini çektiğimiz şeylerden biriydi.
Buraya Şubat sonunda geldik. Bir bahar ve bir yaz bitirdik. Şimdi sonbaharla birlikte hala devam eden bu kısa gezilerimizin bir kısmını aniden, plansız bir şekilde yaptık.
Örneğin biri evden fırına diye çıktığımızda olu. Pazar sabahıydı. SYM Fiddle model, 125cc minik bir scooterımız var. Buralarda iyice alıştık, yakın yerlere araba yerine hep motosikletle gider olduk. Yine bir sabah fırına kadar gitmiştik. Caddenin sonundan U dönüşü yapıp eve geri dönecek yerde Ahmet sağdan köy yollarına devam etti. Benim de keyfim yerinde, hiç sesimi çıkartmadım. Sohbet ede ede, tıngır mıngır epey devam ettik, nereye gittiğimizi bilmeden.
Gittikçe gittik. Ovalar, zeytinlikler, köyler derken bi 20-25 km. yol yaptık sanırım. Madem bu kadar geldik, az daha gidip Mazı’ya varalım bari deyip devam ettik.
Evden fırına diye çıkınca yanıma sadece telefonumu almıştım. Üstümde özensiz bi şort tişört, ayağımda terlik, elimde telefon. O kadar. Yaşadığım özgürlük hissini ise tarif etmem zor.
Mazı’yı bilenleriniz vardır, denizi tertemiz bir kıyı köyü. Üç beş kahvaltıcı ve balıkçısı, birkaç da pansiyonu olan bir yer. Bodrum’a çok uzak sayılmaz ama yine de Bodrum tatilcileri için pek günübirlik gidilecek bir mesafede değil. O sebeple salaşlığını ve temizliğini koruyabilmiş küçük bir koy hala. İnsanı da çok güleç, muhabbete ve dışarıdan gelene açık. Umarım hep böyle kalır.
Mazı’da bir kaç güzel koy var. Mumcular yolundan giderken Yukarı Mazı’yı geçip, denize doğru devam ederseniz yolun bitimi Hurma sahiline çıkıyor. Hemen sağda, merdivenlerle tırmanarak bulduğumuz bir restorana oturduk, lebiderya manzara…
Havaların artık iyice ısındığı günler… Deniz de o kadar güzel ki oturduğumuz yerde içimiz gidiyor. Ama yanımızda ne havlu, ne mayo var! Ne yapıp edip gireceğiz ama suya, orası belli.
Mazı’nın tek açık olan (hatta sezonu daha o gün açmış) minik bakkalına girdik. Yeni ürünler henüz gelmemiş tabi, eskilerden üç beş parça deniz malzemesi var. İçlerinden havlu ve erkek şortu bulabildik. Bendeniz de suyun güzelliğine kapılıp, etrafın sakinliğinden cesaret bulup erkek şortu ile bir kombin yaptım kendime. Halimi görmeniz lazım! Ya da asla görmeyin! Tam #todaysoutfit diye etiketleyip Instagram’a koymalık :p
Bakkal abiyle sohbet etmiştik biraz. Dedi “Hurma sahilinin yan koyu; Ilgın. Hurma kalabalık olduğunda, şu tepeyi aşıp o tarafa da gidebilirsiniz. Tesis, şezlong falan olmadığı için genelde daha sakin olur” Aslında Hurma da epey sakindi ama kılık kıyafetimizi (!) düşününce dedik “Biz en iyisi bugün Ilgın’a gidelim”
Hem Hurma hem Ilgın’ın suyu harika. Sahil ve denizin içi biraz taşlık ama çok berrak. Pek kimseler de yoktu, o sefil halimizle dalga geçe geçe yüzdük, sahilde uyuduk, sonra kalkıp tıngır mıngır evimize geri döndük.
O gün yol boyunca inanılmaz hafif hissettim kendimi ve şunları düşündüm;
- Hala İstanbul’da yaşıyor olsaydık böyle bir yere ulaşabilmek için ne kadar planlama yapmamız, zaman ayırmamız, para harcamamız gerekecekti onu düşünüp durdum. Şehrin o zamanlar bizi nasıl yorduğunu hatırlayıp, şimdi ani bir kararla bile yola çıkabilmeye, yeşile ve maviye hemencecik ulaşabilmeye bolca şükrettim.
- Bir de az eşya her zaman insanı özgürleştiriyor. Normalde evden çıkıp Mazı’ya gitmek istesek, -ki havalar ısındığından beri çok istememize rağmen bir türlü kalkıp gidememiştik- bin türlü hazırlık yapmak gerekecek. Tamam bu konularda artık epey hızlandık ve pratik kazandık ama yine de onu mu alsak, bunu mu alsak, o yoldan mı gitsek, kalsak mı dönsek mi, çadır, sandalye, fotoğraf makinası, bilmem ne derken olay büyüyor.
Halbuki plansız, bir anda olduğunda o ihtiyacım var sandığım şeylerin pek çoğuna gerçekten ihtiyacım olmadığını anlıyorum. O hafiflik ve özgürlük hissinin tadı ise bambaşka oluyor. Dış görünüşümle ilgilenmek ve eşyalarla boğuşmak zorunda olmadığım geziler hep en çok keyif aldıklarım oluyor. Daha az, çok daha az, daha da azla yola çıkmayı denemeliyiz diye konuşuyoruz son zamanlarda.
Yakın zamanda yapmak istediğimiz bir rota var. Normalde arabayla çıkmayı planlamıştık, aksini hiç düşünmemiştik bile ama şimdi diyoruz ki; arabayla çıktığımız yolculuklarda araba ister istemez eşya doluyor. Acaba diyoruz bizim minik scooterla o yolu yapabilir miyiz? Konforumuzdan bir miktar ödün verebiliriz belki ama bisikletiyle dünyayı gezen insanları düşününce -ki sayıları hiç de az değil- bunu deneyebiliriz diyoruz. Hem dünyanın bir ucunda değil, evimize yakın Ege kıyılarında dolaşacağız, en zorlayıcı ne olabilir ki?
Ne diyorduk?
Mazı.
Yazımı bitirmeden önce Mazı’yı merak edenler için şunları da ekleyeyim;
- Mazı, Bodrum merkeze 54km mesafede. Bodrum’a tatile geldiyseniz, yarımadada harika onlarca koy varken, sırf denizi için bu kadar yol gitmek istemeyebilirsiniz tabi ki. Ama yine de Bodrum’a göre çok daha sakin bir yer olduğundan belki tercih edersiniz. Güzergah şöyle; önce Güvercinlik, oradan da Mumcular üzerinden Mazı. Yolu güzel, asfalt yol. Sadece Yukarı Mazı’dan sahile inen yola yaz sonunda mıcır döktüler. Yokuş aşağı, harika bir manzara eşliğinde çam ve zeytin ağaçları arasında döne döne sahile varabilirsiniz. Güvercinlik, havalimanı yolu üzerinde olduğu için, Bodrum’a uçakla geliyor ve araç kiralıyorsanız; yarımadaya gitmeden önce Mazı’ya gidebilirsiniz örneğin.
- Mazı’da otel yok. Küçük pansiyonlar var. Temmuz-Ağustos haricinde gidecekseniz mutlaka önden yerinizi ayarlayıp, telefonla irtibat kurun, sezonu kapatmış olabilirler.
- Yazıda bahsettiğim gibi en bilinen koyu Hurma. Birkaç restoran ve bakkal var. Oldukça salaş bir yer. Öyle kocaman tesisler, müzik vs. beklemeyin. Kayabaşı Restoran’da kahvaltı oldukça güzel. Birkaç çeşit sıcak kahvaltı tabağı ile zengin bir menüsü var ve yaz boyu kişi başı 25TL idi. Balık, meze seçenekleri de var. Restoranda yemek yerseniz şezlonglar ücretsiz. Biz Mayıs, Haziran aylarında gittiğimizde hiç ücret ödemedik şezlonglara. Şimdi Eylül-Ekim’de de aynısı oldu. Tesislerde kano var. Saati 15TL idi yazın. Hurma büyük bir koy, bir o yana, bir bu yana kano ile dolanabilirsiniz.
- Ilgın koyunda ise hiç bir tesis yok, hatta bakkal falan da yok. Ama denizin dibindeki zeytin ağaçlarının gölgesinde huzur ve sakinlik var. O tarafa geçecekseniz, yeme içme ve sandalye, örtü gibi konularda hazırlıklı gidin.
- Dönüş yolunda Yukarı Mazı Köyü’ne vardığınızda, yokuş yukarı çıkarken yolun sağında balcı Ahmet abinin yerini göreceksiniz. Ahmet Yılmaz. Eşi ve oğluyla zeytin, zeytinyağı, bal satıyor. Biz geldik geleli balı buradan alıyoruz. Hatta kantaron yağı yapmayı da, sağolsun Ahmet abinin eşi öğretti.
- Yaz sezonu haricinde de kafa dinlemek için Mazı’yı tercih edebilirsiniz. Sonbahar ve hatta soğuk kış aylarında bile olsa, güneşli bir günü yakalayabilir ve deniz kenarında dinlenebilir, sakin bir gün geçirebilirsiniz. Biz bu sene Mart başında İstanbul’dan gelen arkadaşlarımızı götürmüştük Mazı’ya. Bakkallar dahil her yer kapalıydı. Ama hazırlıklı gitmiştik ve Mazı’nın ve manzaranın, önce güneşin, sonra bastıran yağmurun tadını çıkartmıştık.
En son bahsettiğim Mart ayındaki yağmurlu gezimiz, bizim Mazı’ya yaptığımız ilk ziyaretti ve sonra yaz sonuna kadar burayı resmen su yolu yaptık. Sürekli motosikletle gittiğimiz ve tanıdık tanımadık herkese selam vere vere geçtiğimiz için zaman içinde oralı gibi olduk. Tanışlarımız olmaya ve daha fazla gidip gelmeye başladık.
Başlarda “aman burası çok duyulmasın, böyle bakir kalsın” hissim çok daha ağır basıyordu. Ama zaman içinde bakkalla tanış, mekan sahipleriyle sohbet et derken insan işin diğer boyutunu da düşünmeye başlıyor. Bu mekanların sahipleri de iş yapıyor, aileleri var, para kazanmaya ve geçinmeye çalışıyorlar. Bir esnaf “Bayramın 1. günü ama hala buralar bomboş, bu sene boşa açtık” dediğinde sen de dertlenir oluyorsun.
Tabi ülkemizde adı duyulan, tanınan bir çok yerin salaşlığını ve temizliğini kaybedip, betonlaşma ve çirkinleşme gibi bir durumu var maalesef. İnsan en çok bundan korkuyor. Umarım Mazı ve bunun gibi güzel ve özel yerler tanınır; insanlar gidip harika vakit geçirip, dinlenir; doğayla temas eder; halkıyla, esnafıyla tanışır, iki lafın belini kırar; yer içer, şifa bulur ve yine sezon bitip de evlerine döndüklerinde, bu güzel yerler tertemiz şekilde, en masum ve ıssız haline geri dönerler.
Neyse efenim… Uzun lafın kısası bizim Evden Başlayan Rotalar serimiz Mazı ile başladı ve yaz boyu devam etti. Sonraki rotalarımızdan biri kimselerin olmadığı ıssız Kisebükü’ne, diğeri ise Yalıçiftlik’e oldu. Sonbaharla birlikte kalabalıklar azalmaya başlayınca da Çökertme’ye merak saldık.
Hepsi “Evde Başlayan Rotalar” başlığı ile yakında burada olacak. Özellikle Kisebükü yazısını mutlaka okuyun çünkü “Çadırsız kamp olur mu?”, “Kampta Elazığ usulü kuzu yahni yenir mi?”, “Dolunay geceyi aydınlatır mı?” gibi soruların cevaplarını vereceğim.
Sevgiyle
Seval
Ağustos 2017